Galileo davası: Bilimsel gerçeğin Katolik Kilisesi'nin yargısıyla sınavı

-
Aa
+
a
a
a

Geçen hafta beraatlerle sona eren Gezi davasını da bu tarihi çözümleme ışığında düşünmek mümkün. Gerekçeli kararda da okuyabileceğiniz gibi, hiç olmaması gereken bu davanın çürük yapısı tamamen çöktü. Gerçek kazandı, ama geride bir sürü insanın yıllar süren mağduriyeti kaldı.

Açık Bilinç: 25 Şubat 2020
 

Açık Bilinç: 25 Şubat 2020

podcast servisi: iTunes / RSS

Bu hafta için, son iki haftanın Platon ve Aristoteles'teki ruh kavramı sunumlarından yola çıkarak, çağdaş zihin-beden sorunu ve biyolojideki "vitalism" tartışmalarına uzanan bir program yapacağımı duyurmuştum.

Şimdilik erteledim ama bu programı yakında yapacağız.

Onun yerine, bu haftayı Galileo Davası'na ayırmamın iki nedeni var.

1. 22 Şubat, Galileo'nun dava konusu olan kitabının 1632'de yayımlanışının 388. yıldönümüydü.

2. Ülkemiz gündeminde yer tutan ve "gerçeğin yargıyla sınanması" konusunda benzerlikler gösteren Gezi Davası sonuçlandı.

Not. 1564-1642 arasında yaşamış olan Pisa'lı bu büyük matematikçi, fizikçi ve gökbilimcinin adı, tam olarak, Galileo di Vincenzo Bonaulti de Galilei.

Fakat ben de, genellikle makale ve kitaplarda rastlanılan şekliyle, "Galileo" kısaltmasını kullanacağım.

— / —

Galileo Davası'nı, iki farklı soru ekseninde ele alacağım:

1. Galileo, bir kahraman mıydı?

2. Galileo'nun kahramanlaştırılması aslında neyin göstergesi?

İlk soruya cevabım hem evet hem hayır.

İkincisine cevabım ise, "gerçeğin yargıyla sınavı" başlığında saklı.

Galileo, evet, gerçek bir bilim kahramanı.

17. yüzyıl Avrupası'nda doğan Bilimsel Devrim'in öncüsü.

Yaklaşık 1500 yıl insanlık anlayışına egemen olmuş "geo-santrik" (dünya-merkezli) kozmolojik görüşü yıkan ve "helio-santrik" (güneş-merkezli) görüşü tesis eden büyük gökbilimci.

Ama, aynı zamanda, hayır, Galileo kendini bilim adına feda etmeyi göze almış bir başka tür "kahraman" değil.

Hatta, düşünülenin aksine, çok ihtiyatlı ve hayli siyasi bir kişi.

Engizisyon'da yargılanmasına yol açan davayı, bu iki veri üzerinden değerlendirmeye çalışacağım.

— / —

Bir dipnotla başlayayım:

Galileo'nun yaşamı, bilimsel çalışmaları ve mahkemesi üzerine çok geniş bir külliyat ve üzerinde genel kabul olmayan pek çok tartışmalı konu var.

Ben bunların okuyabildiğim kadarından edindiğim düşünceleri dile getireceğim.

Yararlandığım kaynaklar arasında, çeşitli makalelerin yanı sıra, şu iki kitabı saymak isterim:

Bilim tarihçisi ve felsefeci Maurice Finocchiaro'nun "Akıl Nedeniyle Yargılanmak" (2019) ve felsefeci Peter Machamer'in Galileo üzerine makaleler derlemesi (1998).

Galileo'nun hayatı çeşitli edebi eserlere de konu olmuş durumda.

Güzel bir roman, Dava Sobel'ın, Galileo ve rahibe olan kızlarından birisiyle uzun mektuplaşmalarından ortaya çıkarttığı, "Galileo'nun Kızı: Bir Bilim, İnanç, ve Aşk Dramı" (1999).

Benim Galileo'yla tanışmamı sağlayan ise, Bertolt Brecht'in  1938'de yazdığı "Galileo'nun Hayatı" başlıklı oyun olmuştu.

(Bir zamanlar Ankara Sanat Tiyatrosu'nda, Rutkay Aziz'in Galileo'yu çok etkileyici bir şekilde canlandırdığı oyunda izlemiştim diye aklımda kalmış.)

Brecht'in oyununda, Galileo, Kilisesi'nin dayatmalarına karşı çıkan, bir tür kahraman gibi tasvir edilir.  Bu kısmen doğru. Fakat asıl hikâye, daha karmaşık.

Zaten, en sonda geleceğim, asıl sormamız gereken, niçin Galileo gibi insanlardan kahramanlık beklemek zorunda kaldığımız.

— / —

Dünya-merkezli kozmolojik görüş, 2. yy’de İskenderiye'de yaşamış olan matematikçi ve gökbilimci Claudius Ptolemy'ye atfediliyor.

Katolik Kilisesi'nin benimsediği ve 17. yy’e kadar da yerini koruyan bu görüşe göre, Tanrı dünyayı evrenin merkezinde sabit duracak şekilde yaratmış.

Burada ironik olan şu: Bazı Hristiyan teologların incelediği üzere, İncil'de dünya-merkezli görüşle uyumlu birkaç pasaj var.

Ama bunlar, anlatısının çoğu mecazlar üzerine kurulu olan ve bilimsel iddialar içermeyen bu pasajların kendisinden ziyade yorumlarına dayanıyor.

Kutsal kitapları, dünya-merkezli değil güneş-merkezli görüşle uyumlu olarak yorumlayan ilahiyatçılar da var.

Tıpkı evrim kuramını kutsal kitapların yazdıklarıyla uyumlu bulanlar olduğu gibi.

Uzun zaman Engizisyon Mahkemeleri’yle çok can yakmış olan Katolik Kilisesi, bugün dünya-merkezli görüşü tamamen terk etmiş durumda. Evrim kuramına karşı “akıllı tasarım” görüşü de eski momentumuna sahip değil.

— / —

Avrupa, 17. yy’de bilimciler için hem bir devrin değiştiği, yeni ufukların açıldığı, çok heyecanlı, ama hem de gökbilimle uğraşanların canlarından olabilecekleri, çok tehlikeli bir yer.

Galileo'nun hayatını, bu iki kutup arasında bir denge kurma çabası olarak anlamak gerekiyor.

Avrupa'da gökbilimin 16-17. yy’lerde gösterdiği etkileyici gelişme, pek çok ülkeden katkılarla gerçekleşti.

Galileo'yla yaklaşık aynı dönemde yaşayan ve benzer çalışmalar yapmış iki önemli gökbilimci: Danimarkalı Tycho Brahe (1546-1601) ve Alman Johannes Kepler (1571-1630).

Fakat güneş-merkezli kozmolojinin temelleri, Brahe-Galileo-Kepler'den neredeyse yüz yıl kadar önce yaşamış olan Polonyalı gökbilimci Nicolaus Copernicus (1473-1543) tarafından atılmıştı.

Aynı zamanda bir matematikçi, hukukçu, iktisatçı ve hekim de olan Copernicus'dan söz ediyorum.

Copernicus, Galileo'nun hayatında çok önemli bir yer tutuyor.

Bilim tarihçilerine göre Galileo, Copernicus'un bilimsel çalışmalarından haberdardı ve güneş-merkezli sistemin doğruluğuna ikna olmuştu.

Ama Copernicus'un kitabının başına gelenlerin de ayrı bir önemi var.

— / —

Copernicus'un kitabı "De Revolutionibus Orbium Coelestium", güneş-merkezli bir sistemin matematiksel yapısını (kimi yanlışlar içerse de) oluşturmuş durumdaydı.

Fakat uzun yıllar Copernicus'un yayımlamaktan çekindiği bu kitap ancak ölümüne yakın bir zamanda gün ışığına çıkabildi.

Copernicus'un (henüz Galileo doğmamışken) 1543'de, ölümünden ancak günler önce basılan kitabı "Gök Cisimlerinin Devri", popüler bir okur kitlesi için değil, diğer gökbilimcileri ikna etmek amacıyla yazılmış, teknik detaylar içeren ve anlaşılması zor bir eserdi.

Kitabının kolay anlaşılır olmaması, Copernicus'un isminin ve çalışmalarının yaklaşık yüz yıl boyunca kenara itilmesine yol açtı. Kitap, Galileo Davası'na kadar yasaklı kitaplar listesine bile alınmayacak kadar göz ardı edildi.

Galileo, Copernicus'un tezlerini dikkatle incelemiş ve doğruluğuna ikna olmuştu, fakat kitabın etkisiz ve marjinal kalmış olmasını da hiç unutmadı.

Galileo'nun arşivlerde yer alan, kendi el yazısıyla yazmış olduğu, yüzlerce mektup var.

(Yeni keşfedilen bir mektup, bilim tarihçileri arasında hayli sarsıntıya yol açtı. Buna ayrıca geleceğim.)

Fakat genel olarak bu mektuplardan da biliyoruz ki, Galileo, siyasi ilişkilerine özen gösteren birisiydi.

Örneğin, olgunluk döneminde önemli bir bilimci olarak tanınan Galileo, dönemin iki Papa'sı, Paul V ve Urban VIII ile tanışıyordu ve ilişkilerini iyi tutmaya önem verdi.

Galileo'nun inançlı bir Katolik olduğunu ve Kilise bürokrasisi içinde başka dostlar edindiğini de biliyoruz.

Öte yandan Galileo, güneş-merkezli görüşün bilim dünyasını sarsacak niteliğinin de farkındaydı ve bu devrimin öncüsü olarak ismini öne çıkartmak da öncelikleri arasındaydı.

Yazacağı kitap, Copernicus'un eseri gibi bir kenarda kalsın, bilimsel payı bir başkası alsın istemiyordu.

İşte tam bu durum, Galileo'nun içinde bulunduğu açmazı özetliyor:

Bir yanda, "dünya güneşin etrafında dönüyor" tezinin sahibi olarak tarihe geçmek var, diğer yanda Engizisyon'un hışmına uğramak, hapishane, belki ölüm ...

Galileo'yu bu çerçevede anlamak ve değerlendirmek gerek.

— / —

Burada, kısaca geriye dönerek, Galileo'nun mahkemeye düşmesine yol açan kitabı "İki Büyük Dünya Sistemi Hakkında Diyalog"un yayımlanmasından önce gerçekleşen iki önemli olayı not etmek istiyorum.

Bu olaylar, Galileo'nun son yıllarına ve davasına da ışık tutuyor.

[1] 1616'da Engizisyon, dünyanın güneş çevresinde döndüğü tezinin Hristiyanlık açısından sapkınlık olarak değerlendirileceğini ve bu görüşü savunanların cezalandırılacağını beyan ediyor.

Galileo'yu tanıyan Papa V. Paul, kardinal Bellarmine aracılığıyla Galileo'yu ikaz ettiriyor.

Kardinal Robert Bellarmine, bir ilahiyat profesörü ve önemli Engizisyon davalarında başyargıçlık yapan, korkutucu bir kişilik.

Galileo'yu ikazından 16 yıl önce, Roma'nın ünlü Campo de Fiori meydanında yakılarak öldürülen Giordano Bruno'yu yargılayanlar arasında ün salmış birisi.

Hatırlayalım, aynı zamanda bir keşiş olan matematikçi ve kozmolog Giordano Bruno, Hristiyanlık açısından "sapkın" bulunan düşünceleri dolayısıyla 7 sene boyunca yargılanmış, fikirlerini değiştirmeyi ve af dilemeyi reddedince 1600 yılında kazığa bağlanıp yakılarak idam edilmişti.

Yani, gerçeği ve düşüncelerini savunmayı hayatı pahasına göze almış bir kahraman arıyorsak, Galileo'dan ziyade Bruno'ya bakmamız gerek.

İdam hükmünü veren yargıçlara, "siz bu hükmü verirken aslında benden daha çok korkuyorsunuz" dediği söylenir.

Galileo'nun, Bruno'nun başına gelenleri ve Kardinal Bellarmine'nin kendisini çağırtarak, güneş-merkezli görüşleri savunmaktan vazgeçmesi yolundaki ikazını hiçbir zaman unutmadığı açık.

Ama bu ikaza yol açan ve arşivlerde yeni keşfedilen ikinci bir olay daha var.

— / —

[2] Galileo'nun iki kere yazdığı ve ikincisinde kendi kendini sansürlediği, 2018 yılında tozlu bir arşiv köşesinde keşfedilen bir mektup.

Bu mektubun (daha doğrusu mektupların) tarihi 1613, yani Bellarmine'nin Galileo'yu ikazından üç yıl kadar önce.

Galileo'nun çok geniş bir kişisel ilişkiler ağına sahip bir kişi olduğunu hatırlayalım.

Kilise görevlilerinden diğer bilimcilere (ve kendi kızlarına) kadar pek çok insana el yazısıyla yazmış olduğu ve bugüne kadar saklanmış yüzlerce mektup, dünyanın çeşitli arşivlerinde duruyor.

Bu mektuplardan birisi, 1613'de Pisa Üniversitesi'ndeki matematikçi Benedetto Castelli'ye yazılmış.

Galileo bu mektupta, güneş-merkezli görüşünün İncil'deki pasajlara aykırı olduğunu, doğruluğunun Katolik dogmalarından onlardan bağımsız olarak savunulması gerektiğini söylüyor.

Galileo'nun yazdığı bu mektup bir şekilde başka insanlar tarafından da okunuyor, ve bir keşiş yemeyip içmeyip bu tehlikeli mektubu Engizisyon mahkemesine ulaştırıyor.

Papa'nın Galileo'yu ikaz ettirmesine yol açan faktörlerden birisi, önceki yıla kadar kayıp olan bu mektup.

— / —

Fakat hikâye burada bitmiyor.

Kilise bürokrasisi içinde çok tanıdığı olan Galileo, mektubunun sakıncalı olabilecek makamlara ulaştığını öğrenince, mektubun ikinci bir versiyonunu yazıyor ve bir vaiz arkadaşı aracılığıyla Vatikan'a iletilmesini rica ediyor.

Arşivlerde kopyası olan bu ikinci mektupta, Galileo'nun bir tür oto-sansür uyguladığını görüyoruz.

Galileo, üslubunu yumuşatarak, güneş-merkezli sisteme dair söylediklerinin mecazi olarak anlaşılması gerektiğini, yani Katolik görüşü tehdit etmediğini anlatıyor.

Galileo, ayrıca, Engizisyon'a giden mektubun düşmanlarınca yazıldığını, kendisine ait olmayan ifadeler içerdiğini, yani ortada bir tür “kumpas” olduğunu iddia ediyor.

Bugünlerde mektuplar değil cep telefonları gizlice izleniyor, ama bu olayda günümüzle kurabileceğimiz benzerlikler çarpıcı.

Öteden beri bilim tarihçileri tarafından bilinen bu olayın gerçek kanıtı olan orijinal mektubun kayıp olduğu sanılıyordu.

Aslında kayıp değilmiş, yanlış kataloglandığı için yıllardır Londra'daki Royal Society arşivinde, yüzlerce başka mektubun arasında okunmadan duruyormuş.

Mektubu, 2018'de İtalyan tarih öğrencisi Salvatore Ricciardo tesadüfen keşfediyor.

Galileo tarihçileri arasında çok ses getiren bu ilginç hikayenin özetini, Nature dergisinin haberler bölümünde okuyabilirsiniz (İngilizce): Discovery of Galileo’s long-lost letter shows he edited his heretical ideas to fool the Inquisition

— / —

Bu, Galileo'nun güneş-merkezli kendi bilimsel görüşünü inkâr ettiği ilk olay değil.

Daha çok bilineni, 1633'teki Engizisyon mahkemesinde verdiği ifade.

Bu inkâr sayesinde Galileo hayatının sonuna kadar ev hapsi cezası alsa da, işkence ve ölümden kurtuluyor.

Bu noktada, pek çok farklı soru sorabiliriz:

Galileo görüşlerinin doğruluğunda, hayatı pahasına direnmeli miydi?

Peki, Bellarmine'nin ikazından neredeyse 20 yıl sonra başını belaya sokacak olan "İki Büyük Dünya Sistemi Hakkında Diyalog" kitabını niçin yazdı?

İkinci soruyla başlayayım.

Evet, Engizisyon belası Galileo'nun başında Demokles'in kılıcı gibi duruyor.

Bruno'nun meydanlarda yakılmasının üzerinden çok zaman geçmemiş.

Başyargıç Bellarmine, kimseye göz açtırmıyor.

Fakat Galileo, görüşlerinin yok sayılmasına da razı değil.

İlk ikaz ile mahkeme arasındaki 20 yıllık süreçte, başka şeyler de oluyor.

Galileo, yeni Papa VIII. Urban'la dost oluyor. Bu dostluk kendine güvenini arttırıyor.

1608'de patenti alınan teleskoplar gelişiyor, Copernicus'un hayal bile edemeyeceği veriler gözlemlenir hale geliyor.

Galileo, yeni teleskoplar sayesinde, güneş-merkezli sistemin doğru olduğunu daha çok insanın anlayabileceği kanısına varıyor.

Bir de herhalde Galileo’nun hayatının sonuna doğru yaklaşıyor olmasının etkisi olmuştur.

Yani artık kartları açmanın zamanı!

— / —

Galileo biyografilerinde tartışmalı olan, kimi tarihçilerce rivayet kabul edilen pek çok yön var.

Bir tanesi, Galileo'nun mahkemede tam olarak ne dediği.

Bir başkası, Galileo'nun Bellarmine'e yaptığı söylenen, gelip gök cisimlerine teleskopla kendisinin bakmasına dair bir rica.

Galileo belki de Bellarmine'yi teleskoplu gözlemlerle ikna edebileceğini düşünüyor.

Fakat Bellarmine'nin önceliği, gerçeği öğrenmek değil. Temsilcisi olduğu dini ve siyasi gücün fikrini, doğru olsun olmasın, yargı yoluyla korumak. Gerçek bir kenarda beklemeye devam edebilir.

Bellarmine, teleskopla gökyüzüne bakmayı reddediyor.

— / —

Bir de kitabın içeriği konusu var.

Galileo, Copernicus gibi gözardı edilmek istemediği için, son kitabı "İki Büyük Dünya Sistemi Hakkında Diyalog"u üç kişi arasında geçen konuşma formunda, herkes tarafından anlaşılacak popüler bir üslupla ve İtalyanca yazıyor.

Üstelik, kitapta konuşan üç kişiden birisinin adı "Simplicio".

Budala diye çevirebileceğimiz bu isimdeki karakter, sürekli yanlış uslamlamalar yapmakla kalmıyor, Papa'nın söylediği bilinen bazı cümleleri de sarf ediyor.

Yani Galileo'nun bazen dilini tutamadığını da görüyoruz!

Galileo mahkemede dünyanın evrenin merkezinde sabit durduğunu, aslında güneşin dünya çevresinde döndüğünü söylemeye razı olunca, cezasında indirime gidiliyor. Kitabı yasaklılar listesine alınırken, kendisine de ev hapsi cezası veriliyor.

Yine bir rivayete göre, Galileo mahkemeden çıkarken "eppur si muove" (yine de dönüyor) demeden duramıyor.

22 Şubat'ta basımının 388. yıldönümünü kutladığımız "İki Büyük Dünya Sistemi Hakkında Diyalog" Galileo'nun en kolay anlaşılır, en bilinen ve en son büyük eseri.

Davanın ardından 9 yıl ev hapsinde yaşadıktan sonra bu büyük gökbilimcinin hayatı sonra eriyor.

— / —

Galile Davası'nın yankılarının bütün Avrupa'da hissedildiğini de not edeyim.

Örneğin felsefeci Descartes, 1629-1633 yıllarında yazıp tamamladığı ilk büyük eseri "Dünya Üzerine Risale"yi, Roma'dan gelen haberler üzerine, Engizisyon korkusuyla, son anda matbaadan geri çekiyor.

Yıllar yılı yayımlanmadan Descartes'ın bavulları içinde bütün Avrupa'yı dolaşan bu önemli eser, sonunda bir gemi kazasında denizde kayboluyor.

Bugün "Dünya Üzerine Risale"nin ancak geride kalmış birkaç küçük parçasını okuyabiliyoruz.

— / —

Bu akışı bitirmeden önce, gökbilim külliyatının ülkemiz topraklarında geçen kısa ve üzücü bir bölümüne de değineyim.

16. yy’de, Avrupa'da olduğu gibi Osmanlı İmparatorluğu'nda da gök cisimlerini gözlemlemeye ve hareketlerini anlamaya yönelik ilgi artıyor.

Dönemin padişahı III. Murat'ın fermanı ve maddi desteğiyle, Tophane sırtlarında "İstanbul Rasathanesi" adıyla bilinen ve içinde bir kütüphaneyle, ölçüm cihazlarının imal edildiği bir birim bulunan etkileyici bir gözlemevi, 1577'de tamamlanıyor.

İstanbul Rasathanesi'nin Avrupa'daki benzerleriyle boy ölçüşecek kapasitede olduğu, sarayın gökbilimcisi Takiyüddin’in imal ettirdiği cihazların ve yaptığı gözlemlerin, Copernicus'un çalışmalarıyla kıyaslanabileceği söyleniyor.

Fakat rasathanenin ömrü, yalnızca üç sene oluyor. Evet, yalnızca üç.

Siyasi iç çekişmeler ve devrin şeyhülislamının çabaları sonucunda, padişah rasathaneyi yıktırmaya karar veriyor.

Bu seçkin bilim kurumunun top atışlarıyla yerle bir edilmesi de kaptan-ı derya Kılıç Ali Paşa'ya düşüyor.

1580'de Osmanlı gökbilimi böylece acı bir darbe yiyor.

İstanbul Rasathanesi'nin öyküsünü, Prof. Cem Say’ın yazısında okuyabilirsiniz: Osmanlı’da bilim - 1 - Herkese Bilim Teknoloji

Yıl 1575. Müneccimbaşı Takiyüddin, padişah 3. Murad’ı dünyanın en iyi gözlemevinin İstanbul’da kurulması için on...

Osmanlı İmparatorluğu'nda gökbilim üzerine ayrıntılı bazı makaleleri, "Osmanlı Astronomi Tarihi Literatürü" derlemesinde bulmak mümkün.

— / —

Şimdi akışın son sorusuna geleyim.

Gökbilimden etik alana geçiyoruz.

Galileo, hayatı pahasına görüşlerini savunmaya devam etmeli, mahkemede inkar yoluna gitmektense ölümü seçmeli, ve bu anlamda bir kahraman olarak mı tarihe geçmeliydi?

Bu soruya uzaktan evet demek çok kolay.

Ama bence asıl sorulması gereken, "Galileo ne yapmalıydı?"dan ziyade, "Galileo niçin böyle bir seçim yapmak zorunda kaldı?" sorusu.

Asıl yanlış, Galileo'nun inkarından ziyade, ondan kahramanlık beklemek.

Bence Galileo Davası'ndan çıkartmamız gereken ders, gerçeği savunanların bunu yaparken ölümü göze alan fedakâr kahramanlar olmak zorunda kalmasının saçmalığı ve haksızlığı.

Galileo bir bilim öncüsüydü ama bunun ötesinde herkes gibi kendi hayatından endişe eden bir insandı.

Burada, illa bir hükme varacaksak, etik açıdan asıl yargılamamız gerekenler, Galileo gibi insanlar değil, yargıç Bellarmine gibiler ve onların temsil ettiği dini ve siyasi erk.

Yani gerçeği, güç ve yargı yoluyla sınava çekmeye çalışanlar.

— / —

Geçen hafta beraatlerle sona eren Gezi davasını da bu tarihi çözümleme ışığında düşünmek mümkün.

Gerekçeli kararda da okuyabileceğiniz gibi, hiç olmaması gereken bu davanın çürük yapısı tamamen çöktü.

Gerçek kazandı, ama geride bir sürü insanın yıllar süren mağduriyeti kaldı.

Galileo Davası için, "gerçeğin yargı eliyle sınava çekilmesi" ifadesini kullanmıştım.

Fakat, zamanla gerçek ortaya çıktığında görüyoruz ki, bunu tersinden söylememiz lazım:

Bu tür davalar, bugün değilse yarın, gerçeğin tarih önünde haksız yargıyı sınava çekmesine dönüşüyor.

— / —

Gelecek hafta, bir aksilik olmazsa, Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla yapacağımız iki programlık bir serinin ilkiyle karşınızda olacağız.

Nur Deriş ile, "The Struggle for Modern Turkey" kitabını ve kitapta hayatı konu edilen Sabiha Sertel'i konuşacağız.

Açık Bilinç'i Salı sabahları 9:30'da (http://acikradyo.com.tr/stream) dinleyebilir, podcast arşivine http://acikradyo.com.tr/program/acik-bilinc'den ulaşabilirsiniz.